Özel Arama

23 Eylül 2010 Perşembe

Kadıköy'de bir korku filmi



Herşey o kara mayıs sabahı başladı. Son maçta kaçan şampiyonluk bir süreç başlattı. Bir mayıs akşamı önce kayalıklara vurup sonra da okyanusta batan bir geminin parçalarının karaya sürüklenip, sahile vurmasını izledik. Bu olaya aşinayız biz
Fenerbahçeliler; son dakikada şampiyonluk yitirmek, kupa kaybetmek...

Artık acı çekmekten kımıldayacak, yarına inanacak hali kalmadı insanların. Belki başka takım taraftarları günlük hayatına dönebiliyor büyük hezizmetler sonrası. Örneğin 6 Kasım 2007'deki 8-0'lık Liverpool-Beşiktaş maçı sonrası Beşiktaş Çarşı'da gezdiğimde insanlar hayatına kaldığı gibi devam edebiliyorlardı, arkadaşlarım da öyle... Ya da 10 yıldır Kadıköy'de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray derbilerinden sonra Galatasaraylı dostlarımın yaşantısına hiçbirşey yokmuşçasına devam edebilmeleri gibi...

Fakat Fenerbahçe'nin kaçan 2 şampiyonluğundan sonra benim gözlemlediğim şeyler ilginçti. Sanki dünyanın sonu gelmiş gibiydi.İşine gücüne gidemeyen kelli felli adamlar. Telefonunu kapatan saçına aklar düşmüş amcalar, cadde üstünde gözyaşları arasında sinir krizi geçiren gencecik bedenler ve daha neler neler... Benim içinde çok farklı değildi. Sağda solda bizlerle dalga geçen, hakaret edip aşağılayan dostlarımdan soğudum her defasında... Bazılarıyla arkadaşlığımı sonlandırdım. Belki de ben ve benim gibiler hatalı, haksız...

Yılların geleneği, Beşiktaş, Galatasaray ve diğer takımların taraftarları için bayram havası vardı adeta... Onların da hakkıydı çünkü, rakiplerinin böylesi bir hezimeti yaşaması, onların tabiriyle "eğlence Fenerbahçe"ye denk gelmek önemliydi.

Tam dört yıl sonra yaşanılan bu 2. hezimet, başka bir kulüpte olsaydı, başkanı yeni göreve gelmiş bir adam olsa bile sanırım onurlu bir biçimde istifa edip giderdi. Fakat Sayın Başkan Aziz Yıldırım 2006'daki facia'da kulübün başındaydı ve 2010'da göz göre göre aynı facia yaşanırken dümendeki isim yine O'ydu.. Bir başkan düşünün ki, her fırtınada Teknik direktör kellesi alıp taraftara sunsun. Kimler geçmedi ki bu yoldan; Ülkesine Dünya Kupası'nda yarı final oynatan Joachim Low, Fenerbahçe'ye en büyük Avrupa zaferleri ve kariyerini yaşatmış Arthur Zico, İspanya'yı Avrupa şampiyonu yapan Luis Aragones... O kadar güzel inanıyoruz ki bahanelere, başka hiçbir gerçeği kabullenemiyoruz.

Bizim için hep forvetler kötüydü, Anelka, Kezman, Güiza... Asla sistemi sorgulamayı uygun görmedik. Biz de faydasız olan Anelka müthiş kariyeri olan ve bizden sonra gittiği Chelsea'de İngiltere gol kralı olan bir oyuncu. Kezman'ın kariyerinde
PSV, PSG, Chelsea gibi kulüplerde yüksek bir gol istatistiği söz konusu...
Güiza'ya gelince, Villa, Henry, Ronaldinho, Eto'o gibi adamların oynadığı dönemde 27 golle La Liga gol kralı.Tek forvet sistemi Fenerbahçe'nin oyun geleneği haline dönüşmüştü ve asla sorgulanmıyordu. Çift forvete dönülürse her maç 5-6 gol yeriz gibi bir düşünce hakim oldu. Çünkü orta saha ve defansın savunmadaki zaafiyeti ortaya çıkıyordu. Bunun yerine takım savunma yapsın, gol bir sonraki planda olsun mentalitesi benimsendi. Bu yolda da nice Anelka gibi nice yıldızları harcadık. Bugün Fenerbahçe'ye Fransa gol kralı olarak gelen, güçlü ve atletik fiziğiyle beğeni toplayan, kısa sürede adaptasyon sorunu yaşamadan goller atan Niang bile ileride tek başına yalnız kaldığını ve kilitlendiğini itiraf etti.

Bir de değişen taraftar kitlesi ve profiline göz atmakta fayda var. Bize anlatılan Fenerbahçe tribünlerinin 80'lerde ne kadar kadar ateşli olduğuydu. Pepe Metin'lerin, Menderes'lerin taraftarı muhteşem organize etmeleri, yaşanılan olaylar her dinlediğimde tüylerimi diken diken etmiş, gözlerimi doldurmuştur. Ben 90'larda Fenerbahçe tribünlerine yetişebilmiş biri olarak o ateşin belki de sonlarını gördüm. Metin ağabey'i birçok kez gördüm. Amigo Nurullah'a az bağırmadım. Bütün bir stadın maçı bırakıp "Beraber yürüdük biz bu yollarda" diye Kadıköy iskelesine kadar olan mesafede yankılanan seslerine şahit oldum. Parma maçında meşaleler ve sesimizle stadı cehenneme çevirdiğimiz dakikalarda İtalyan'ların yüzündeki şoku ve endişeyi ve taraftar baskısıyla kazanılan maçları gördüm.

Yeni stadımıza kavuştuğumuzda artık büyük hedeflerimiz vardı. Fenerbahçe dünya markası olma yolunda adımlar atacaktı. Endüstriyel futbolun nimetlerini(!) camia olarak yiyeceğimizi nereden bilebilirdik ki! Büyük yıldızlar getirmek için, kovulan
teknik direktörlerin tazminatını ödemek için daha çok paraya ihtiyacımız vardı, yapılan tesisler inşaatler için daha çok paraya ihtiyacımız vardı. Daha çok, daha çok, çok... Finans hazırdı; taraftar... Öyle ya 25 milyon Türk Vatandaşı az mı?
Formalar, kombineler, kartlar, lisanslı ürünler vs... derken yıllar içinde bir kültür oluşmaya başladı. O kültür "paralı taraftar" anlayışını doğurdu. Öfkeyle, üzüntüyle söylsem de zamanında Sadri Alışık Baba'nın halkın takımı dediği Fenerbahçe, Bağdat Caddesi'nin parlak yüzlü, şişik cüzdanlı adamlarının, manikürlü solaryumlu genç kızların takımı olmaya başladı. İnsanları ayırmıyorum elbette, yanlış anlaşılmasın ama taraftarlık düzeyinde kimdir bu kişiler, ne yaparlar?

Çekirdek yerler, eğer önlerinde oturuyorsanız zıplamak için ayağa kalkarsınız, tezahürat için bağırırsanız "otur otur göremiyoruz, aa şunlara bak nebiçim insan bunlar yahu" derler. Takım 2-3 maçta kötü giderse ıslıklamalar yuhalamalar başlar.
Futbolcuya küfürün bini bir para olur. Oysa bilmezler ki "Çubukluyu ıslıklayan bizden değildir". Yani taraftar değil seyircidir çoğu. İyi taraftar olanları da vardır mutlaka onları tenzih ederim.

Rakipler için cehennem olan, ayakları birbirine dolaşan Şükrü Saracoğlu son yıllarda artık cennet olmaya başladı. Gelen çok rahat maç kazanıp gidiyor. Hatta o kadar memnunlar ki kendi stadlarında zemin bozuk olduğu için iyi ki Kadıköy'de oynadık diyebiliyorlar. Taraftar grupları kendini birbir fesh etti. Önce efsane pankartları açmış Cefakar Kanaryalar, sonra Vamos Bien, Sonra Unifeb ve diğerleri... Çarşı'nın, Teksas'ın, Gecekondu'nun etkinliği gibi bir etkinlik maalesef bizim stadımızda yok. Bu kopuk halimize rağmen Beşiktaşlı futbolcu Guti atmosferden oldukça etkilendiğini söylüyor. Bizler de eski günleri düşünüp kahroluyoruz.

Artık silkenmeye, kendimize gelmeye ihtiyacımız var. Adam gibi desteğe gerekiyor... Aziz Yıldırım'a göre "holigan, ayak takımı" diye gördüğü tribün yapısına geri dönmemiz gerekiyor. Aksi takdirde zaten kayıplarda olduğumuz deplasmanlar dışında,
evimizde de yokları oynayacağız. Bu değişim Başkan varken mi olur, yokken mi olur bilemem ama nasıl olacaksa olsun diyorum. Tribünleri, taraftarı bu hale getirenler artık başını ellerinin arasına alıp düşünsünler.

Son olarak, KFY, GFB ve Legend'e teşekkürler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder