Özel Arama

20 Haziran 2011 Pazartesi

Tarih Geç de Olsa Haksızlıkları Tamir Edendir

Geç Kalınmış Bir Şampiyonluk Öyküsü





Acıların başladığı tarih geçen sene Mayıs’tı... Gözlerimizden yaşlar aktı, uyuyamadık, birşeyler yiyecek iştahımız kalmadı. Üzüldük, üzüntümüzü içimize gömdük. Başka başarısızların sırtlan gibi çevremizde dolaşıp hırıltılar çıkardığı anlarda biz mücadeleden hiç vazgeçmedik.

Bütün bir yaz kaybedilen şampiyonluktan sonra 2-2 mi? Bursa’dan gol haberi mi var? Süt kupası yapılacakmış, yaylada Fener ona katılsın hezeyanlarıyla geçti... Böyle durumlarda soğukkanlı olup acınızla yaşamaya çalışmak, içinize saplı bir bıçakla hareket edip kimseye sezdirmemeye benzer.

Yeni bir sezon, yeni umutlarla başlıyor derken Young Boys ve Paok vakaları patlak verdi. İyi transferler yapıldı, yerinde bir kadro kuruldu tam herşey güzel olacak derken Eylül’de Avrupa’dan da elendik.  Tekrar bir karamsarlığa kapıldık. Ligde aldığımız sonuçlar iç açıcı değildi tabi bu arada devre ortasına doğru bir Türkiye Kupası krizi yaşandı, ondan da elendik.
Elimizde avucumuzda kalan tek ümit kırıntısı şampiyonluktu. Lider Trabzonspordu ve tam 9 puan gerisindeydik.

Devre arası kampı, ümitsiz günler birbirini kovalarken aslında içimizde hala bir kıpırtı vardı belli-belirsiz... İşin garip yanı Sarı-Lacivert’e gönül veren hiç kimse bunu dile getiremiyordu. Yan yana gelince gözlerden anlaşılıyor ama konuşulmuyordu.

İkinci yarı başladığında, 18-23. haftalar arası lider Trabzon, özellikle kendi taraftarının gereksiz baskısıyla ciddi puan kayıpları yaşamaya başladı. Tabi bu arada Fener makası kapatmaya başladı, gitti denilen maçları çeviriyor, daha hırslı daha güçleniyordu her maçta... Herşey aslında Fenerbahçe’nin kötü futbol ve güzel bir golle süslediği Antalyaspor deplasmanıyla başladı. Gökhan Gönül’ün attığı o gol, İbrahimoviç’i bile kıskandıracak güzellikteydi. İşte bu golden sonra bütün futbolcuların yedek kulübesine, Aykut Kocaman’a koşması herşeyi açıklıyordu. Bir kenetlenme vardı, gemi akıntıya sürüklenirken tayfalar da kaptan da var gücüyle küreklere asılmaya başlamıştı.



Asıl dönüş, Kadıköy’deki Trabzonspor maçıyla başladı. Fenerbahçe zafer için sahaya çıkıyordu. Bu takımın her halinden belli oluyordu. Tünelden sahaya inerken tüm oyuncuların gözlerinde kararlı, keskin bir ifade belirmişti. İlk kez Fenerbahçe’nin rakibini harcayacağına inanmıştım bir maç başlamadan önce. Nitekim öyle de oldu... Trabzonspor 2 top yapamazken, Fenerbahçe “kuralları ben koyarım, ben oynarım” dedi ve inandığı zaferi kazanan taraf oldu.

Sonraki haftalarda Fenerbahçe daha baskılı, daha istekli bir futbol ortaya koymaya başladı. Bunu ben dahil tüm orta yaşlı; 20 yılı aşkın süredir Fenerbahçe’yi izleyen taraftarlar dile getirmeye başladı.

Beşiktaş maçı da bir kırılma anıydı. 2-1 geriye düşülen bir İnönü gecesi... Belki de en kritik an, Hugo Almeida’nın Volkan’la karşı karşıya kaldığı pozisyonu değerlendirememesiydi.
(Dalga geçilen Güiza’nın ahı tuttu, o da Almeida’yı buldu) Daha sonra sahneye çıkan Alex ve şovu...



Bir diğer kırılma noktası da TT Arena’daki 74 dakikası 1-0 mağlup sürdürülen ve 1-2 kazanılan Galatasaray derbisiydi. İlk yarıda Galatasaray’ın gümbür gümbür oyunu, Fenerbahçe’nin döküldüğü anlardan ziyade, Aykut Kocaman’ın sükuneti ve sakinliği ile dönen bir maç. Tabi Colin Kazım’ın iğrençleşme çabalarını ve maç sonu deyim yerindeyse “mort” olmasını eklemek de lazım.

Rivayet edilir ki bu maçın devre arasında Aykut Hoca’nın soyunma odasında oyunculara “Bir maç oynadınız, 1-0 yenildik ve bitti. Şimdi yeni bir maça çıkıyoruz, 0-0 başlayacak ama turu geçmek için 2 gol atıp, hiç yemememiz  gerekiyor, tek yapmanız gereken şimdiki maça odaklanmak” demesi ve 11 inanmış ruhu sahaya sürmesiyle gelen kritik bir 3 puan.

Ben bu maçı izlerken 74. dakikada geri olmamıza rağmen bir şekilde çevireceğimize inancımı hiç yitirmemiştim çünkü Fenerbahçe Arması’yla 1 sezon alay edenler Fenerbahçe’nin rakiplerine acı veren geçmişini çabuk unutmuşlardı. Rahmetli İslam Baba’nın dediği gibi “Fenerbahçe yenilmez, bu formayla dalga geçilmez...”




Peki bu arada Fenerbahçe’nin her hafta puan puana çekiştiği Trabzonspor’da durum nasıldı?

Onlar çok rahattı çünkü Başkanlarının deyişiyle “Türkiye’nin 4’te 3’ü onların şampiyon olmasını istiyor”du.  Gerçekten de öyleydi... Fikstüre göre F.Bahçe’nin oynadığı rakiple 2 hafta sonra Trabzonspor oynuyordu. Rakip oyuncular Trabzonspor’a karşı güle oynaya yenilirken Fenerbahçe’ye Çanakkale geçilmez’i uyguluyorlardı. Rakip taraftarlar bunu kanıtlar nitelikteydi. Büyük(!) Beşiktaş taraftarına bir bakalım:



Ya da Fenerbahçe’yle oynayan Galatasaray'ın tribünlerine bakalım kimleri görüyoruz:

60 küsür haftadır aleyhinde penaltı çalınamayan Trabzonspor, topu elle kesmekten Kasımpaşaspor maçında 2 tane verilmeyen net Kasımpaşaspor penaltısını irdelenmezken, talimatı yukardan almış spor medyası tarafından bütün hafta Fenerbahçe masaya yatırılır, Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar gibi ne idüğü belirsiz insanlarca hakaretlere, şike iddialarına maruz bırakılır ama asla ellerinde bir delil vs... yoktur.
Mantar tabancası gibi gürültü yapıp dururlar. Cahil cühela taraftar gruplarını da arkalarına alıp ilgi alaka odağı oluverirler. Pierre Van Hooijdonk’un dediği gibi QTM(Quality Turkish Media)...

Bucaspor, Bursaspor, Gaziantepspor, Karabükspor, Beşiktaş, Galatasaray, Ankaragücü, Gençlerbirliği... Bu takımlar Trabzonspor’un ter dahi akıtmadan güle oynaya üç puanını hediye eden kulüplerdi.

Şampiyonluk yarışının kızıştığı haftalarda Meclis Başkanı M.Ali Şahin çıkıp “Trabzonspor’un şampiyon olmasını arzu ediyorum” der. (bkz. 2009-2010 sezonu Bakan Faruk Çelik: “Gönlümden Bursaspor’un şampiyon olması geçiyor”) Kendi geçmişi halkın gözünde hala karanlık olan MHP’li Koray Aydın  çıkar “Fenerbahçe Hakemleri satın alıyor” der. Melih Gökçek her yıl ki gibi geleneksel olarak Fenerbahçe’ye saldırır. Bundan da hakemler ve federasyonun etkilenmemesi beklenir.

Bursaspor Fenerbahçe’ye karşı kalabalık defans yaparak, Fenerbahçe’nin verilmeyen penaltısıyla 1 puanı söküp, geçen seneki Trabzonspor maçının Ertuğrul Sağlam ve Başkan’ın tabiriyle “Geçen seneden kalan Diyetini ödedi”. Trabzon’a gittiklerinde ise “Son Şampiyon Trabzon’a hoşgeldin” diyerek karşılandı, al gülüm-ver gülüm bir maç ve gece sonunda Trabzon’un 3 puanı cepteydi.

Fenerbahçe’ye 11 kişi defans yapan ve katı sert futbolunu 90 dakika boyunca oynatan Tolunay kasabının Gaziantepspor’u, İlahi adalet diyebileceğim bir golle perişan oldu. Sonra Deumi adlı oyuncu hırsından tribünlere tabure fırlatıp küfür etti.  Nasıl bir hazımsızlıktı bu?
Tabi bu maçta Hakem Hüseyin Göcek’in Fenerbahçe’nin net penaltılarını çalmaması, Fenerbahçe’yi doğramasını Galatasaray’lı Beşiktaş’lı yazarlar bile “Fenerbahçe Hakemi de yendi” şeklinde yorumladı.

Ha bu arada yazmadan olmaz, NASIL KOYDU AYKUT KOCAMAN?


Gelelim son haftalara çekişmeli bir yarış... Burak Yılmaz kendini ceza sahasının 2 metre dışında yere atıyor, Trabzonspor penaltıları kazanıyor, rakipleri kırmızı kartları görüyordu. Fenerbahçe ise var gücüyle saldırıyor, 3 puan için sahadan, tribünlere ölüm kalım savaşı veriyordu.

Tüm zorluklara rağmen son hafta gelip çatmıştı. Son düdükler çalındığında gülen taraf Fenerbahçe’ydi... 18. Şampiyonluğun coşkusundan çok, Galatasaray + Beşiktaş + Trabzonspor + Bursapsor + Gaziantepspor ve diğer küçüklerin ittifakına, siyasilerin lobi ve etkileme çalışmalarına karşı kazanılan zaferin coşkusunu yaşadık.

Geçen sene kapımın önünde yolu kesip tepinen, Trabzonsporlular acaba şimdi ne haldeydiler? O mutlulukları sürüyor muydu? Uyuyan bir devi uyandırmanın sonuçları büyüktü ve onlar bunu yaşadılar.


Bu şampiyonlukta emeği geçen herkese teşekkürü bir borç bilir, Bu büyük camianın her zaman başarılara koşmasını temenni ediyorum.

İskender Özturanlı abimizin bu şampiyonluk için şu sözlerini tekrarlıyorum:

Başkalarının üzüntülerine sevinenler´e...

Başkalarının üzüntüleri ile sevinirseniz‚ bir gün onlar sevindiği zaman ne yapacağınız bilemezsiniz

Bu sene geçen senenin şakası olmayacak‚ geçen sene büyük haksızlık‚ büyük acı‚ büyük umitsizlik bir sene gecikmeli de olsa sevince dönecek...

Seksen pozisyona girip atılmayan goller bu sene gollere dönecek... Tarih geç de olsa haksızlıkları tamir edendir. Ve bütün o yanlış anons dalgası ile mutluluk çubuğu tüttüren diğer takımların taraftarlarının da hüzün gecesi olacak...

Başkalarının üzüntüleri ile sevinirseniz‚ bir gün onlar sevindiği zaman ne yapacağınızı bilemezsiniz...

Bu şarkı ve klip benim için sezonun ve geçmiş sezonların özetidir... Kalın sağlıcakla...



16 Haziran 2011 Perşembe

Rahmetliden ihtiyacı olana oyunculuk dersi

- ayrıldığını duydum, burayı senin için hazırladım müjgan.
- çok mesudum. ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemiyorum.
- bütün arzumuz, bütün isteğimiz bir çatı altında beraber olmaktı.
- ne güzel... tıpkı eski günlerdeki gibi...
- hatırladın demek... o sahil kahvesini, bu elli kuruşluk gazozu, kurduğumuz hayalleri unutmadın demek...
- nasıl unuturum?
- nasıl unutmazsın? sen ki hususi arabayla atlas yorgan, sırmalı fistan uğruna her şeyleri yıkıp gitmiş bir müjgansın.
- hüsnü...
- sen ki ardına dönüp bizlere bakmamıştın bir defa. sen ki kağıt paralardan kanat takıp o cehenneme uçmuş müjgansın. nasıl hatırlarsın? seni anlamayan, müjganlığının farkına varmayan o herif kanatlarını kesmeseydi gene de düşmezdin buralara.
- olanları unutalım artık...
- beni hatırladın nihayet. tanıdın. şimdi öbür tarafı unutursun tabii.
- yeter hüsnü...
- yeter tabii, yeter. şaka söylemiştim zaten. bak, şu eve bak... ilk gittiğin, hayran olduğun, dilinden düşüremediğin bir ev... o zaman böyle büyük, böyle bir masraflı ev düşünememiştik bile. hayalimizden çok daha zengin bir hakikat bu. şimdi paramız da var. her şeyimiz var. hadi, çık, koş, ara, bağır, çağır, hüsnü'yle müjgan da gelsinler buraya.
- anlamadım...
- ne sen o müjgan'sın, ne de ben o hüsnü'yüm. bizi ebediyen ayırdılar, kopardılar...
- gitme, bırakma beni!
- o müjgan için, o müjgan'la hüsnü'nün hayalleri, ümitleri, ufacık, fukara istekleri için sen de ağla benim gibi. o müjgan en büyük matemlere layık. ama sen... sen... daha ne istiyorsun benden?

15 Haziran 2011 Çarşamba

Dinlerim...


Gipsy Kings'le ilk tanışmam 1990 yılında Mosaique albümüyle gerçekleşmişti...  O dönemler Meksika dizilerini izleye izleye oradaki ispanyolca şarkıları söylemeye çalışırdım.  Bir gün kaset dükkanının önünden geçerken bu yanık sesli adamların müziğini duyduğumuzda annemle göz göze geldik ve sorup öğrendiğimizde Gipsy Kings'ti karşımıza çıkan. Kasedi alıp eve geldik ve senelerce dinledik... Bu  Kasetten sonra gitar tutkum başladı. Sırf bu adamlar yüzünden gitar çalmayı öğrendim. Pharaon parçası ise 90'dan beri her dinlediğimde beni alıp, apayrı yerlere taşır... Hüzünlerim, kaybettiklerim, yalnızlıklarım, unuttuklarım, geçmişim ve geleceğimi aynı anda bana yaşatır. Her dinleyişte bana farklı şeyler hissettirir. Geçmişe bir selam çakarım, belki bir de kibrit... Reyes ve Baliardo kardeşlerden gelsin... Pharaon...

18 Şubat 2011 Cuma

Olmuyor...



"Bu kaçıncı uykusuz geçen gece. Bu kaçıncı düşünmekten uyuyamadığım gece. Bu kaçıncı kendime olan sinirimden kendimden nefret ettiğim gece.

Bok gibi bir hayat yaşıyorum. Hiç birşeyi düzeltemiyorum hayatımdaki... sadece günleri geçirip duruyorum. Erteliyorum sürekli her şeyi.

Sanki yarın sınavım var da, ben hiç çalışmamışım gibi hissediyorum.

Gücümü toparlayamıyorum bi türlü, gün geçtikçe eriyorum sadece.

Çabalamak için bile gücüm yok. bir çok şeyi dalgaya alıp gülüp geçiyorum. acizliğime bile güler oldum artık.

Olmuyor...

Yapamıyorum..."

- ek$i'den -

17 Şubat 2011 Perşembe

Bir alıntı...

     "Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı ki..."